30 Eylül 2010 Perşembe

15. HAVVA’NIN LANETİ

Arthur Conan Doyle, (Hekim)“Kırmızı Lambanın Etrafında”, 1897 (Hikaye) Sayfa: 119


* Normal fizyolojik bir olayın insan yaşamındaki etkisi ve buna müdâhil olan hekimlerin önem ve vazgeçilmezliği, çoğu kadının ve onların aracılığıyla da başta çocukları olmak üzere çoğu erkeğin doğrudan tanık olduğu bir olgudur.
Bir hekimin bu konuda da yaptıkları ve yapmadıkları onun hekimliğinin ölçütüdür. Birazdan doğacak olan canlıyla ve onu doğurmakta olanla ilişkisi, üstelik de hiçbir şey yapmadığı anların çok olmasına karşın, onun ne çapta bir hekim olduğunu kolaylıkla ortaya koyar.

* Konsültasyon yalnız hastayı değil, aynı zamanda sıklıkla hekimi de yanlış yapmaktan kurtarır. Bu konsültan hekimin her zaman doğruyu söylediği anlamına gelmemelidir. Ama ikinci hekim daima doğrunun bulunmasına katkıda bulunur; söylediği ve önerdiği yanlış olsa da!

16. DOKTOR GLAS

Hjalmar Söderberg, “17 Temmuz, Doktor Glas”, 1905 (Günlük) Sayfa: 135


*
Hekimler tanrı değildirler, onların görevi yaşatmaktır. İnsanların bu yaşamı “sağlıklı bir şekilde” geçirmeleri için uğraşırlar.

İşlerini yaparken bazen ölüme neden olabilirler. Ancak bunun kararını verenin daima “tanrı” olduğunu söylerler ve insanlar da buna inanır ve kabul eder.

Onun için “iyi olursa doktordan, ölürse Allah’tan” sözü yaygın ve kabul edilen bir sözdür.

29 Eylül 2010 Çarşamba

17. TAM YÜZ YEDİ ÖLÜMCÜL HASTALIĞIN KURBANI

Jerome K. Jerome, “Teknede üç adam, Birinci bölüm”, 1889 (Roman) Sayfa: 139


* Hekimleri en çok uğraştıranlar hastalıklar ve hastalar değildir. Yalnızca “hastalık hastaları” hekimleri çok uğraştırır. Genellikle hekimlerin başarısız sayıldığı durumların aktörleri de onlardır.

Oysa onların hastalıklarının tanısı kolay konulur. Ne yazık ki tedavisi o kadar kolay değildir. Çünkü olmayan bir hastalığı iyileştirecek bir ilaç yoktur.
Hekimin iki seçeneği vardır: Bu durumu söylemek ya da bir hastalık icat etmek. İlkini yapmak cesaret ve yüksek özgüven gerektirir. Bu nedenle sıklıkla ikincisi yeğlenir. Üstelik daha kolay ve kârlıdır.

Ne var ki şimdiye kadar hiçbir tedavi yöntemi bu hastaları iyi edememiştir. Ama bu hastalar koskoca bir “tıp endüstrisi” yaratabilmiştir.

28 Eylül 2010 Salı

18. NEVROZLU İNSANLAR

Marcel Proust, “Swann’ların Tarafı-Kayıp Zamanın İzinde”, 1913 (Deneme) Sayfa: 155


* Hekim hasta adına davranır. Dolayısıyla nasıl davranacağını hastanın anlaması ve bilemesi gerekir. Kimse hekim dedi diye bir şeyi yapmak ya da yapmamak zorunda değildir.
İnsanlar yapmak zorunda olduklarının ne ve neden olduğunu bilir ve buna inanırlarsa yaparlar. Bu nedenle hekim “anlamayı ve bilmeyi” sağlamak için hastaların tüm sorularını yanıtlamalı ve olan biteni anlatmalıdırlar.
Bunu yalnızca “bilmek hastaya doğrudan zarar verme olasılığı” varsa, belirli bir süre erteleyebilirler. Bu süreçte de hastalarına kendi yararlarına ve iyiliklerine olanın ne olduğunu anlatmak ve onun gereğini yapmakla yükümlüdürler.

* Herkes bedenini fark etmeli, anlamalı, gereksinimlerini anlamalı, yapılması ya da yapılmaması gerekenleri bundan sonra uygulamalıdır. Bu ise kendine içeriden olduğu kadar dışarıdan da bakmayı, izlemeyi ve dinlemeyi gerektirir. Kendini bilen ve tanıyan insanın yaptığı yanlış bile onun için doğrudur.

27 Eylül 2010 Pazartesi

19. TIBBİ HATA

G.K. Chesterton, “Dünyada Ters Giden Nedir”, 1910 (Deneme) Sayfa: 162


* Hekimler insana bakarlar, sorunlarını ve varsa hastalıklarını görürler, hastanın bütününü ve durumunu incelerler, sonunda bilgi ve deneyimleri çerçevesinde de bir çözüm önerir ve uygularlar.
Aslında hekim için “hastalık yok hasta var”dır. Her hastanın tedavisi şöyle ya da böyle diğerinden farklı ve “özgün”dür. Böyle olmadığında hekim bir “tıbbi uygulama hatası” yapar yani “mal practis”e neden olur.

Toplumlar insanlardan oluşur; dolayısıyla toplumların da sorunları ve hastalıkları vardır. Bu sorunlarla hastalıklar sıklıkla birbirine benzer, ancak toplumların hastalıkları, gerçek hastalıklar kadar kolay tedavi edilemez.
Çünkü toplumların hastalıklarının çözümleri uzun zaman alır ve her toplumun dinamikleri diğerinden farklı olduğu için, birinde geçerli olan yöntem diğerinde çözüm olamaz. Diğer bir deyişle, başka bir toplumda geçerli olan yöntemleri uygulayarak sorunları çözümlemek mümkün değildir. Toplumdaki her soruna o toplumun tümüne bakarak bir çözüm getirilebilir.

Bunlar yapılmadığında da ortaya çıkan sonuç “tıbbi hata” gibi bir “toplumsal hata”dır. Bu hatalardan yalnız bir kişi değil toplumun tümü etkilenir. Onun için “toplumun sorunlarına çözüm önerenler” doktorlardan çok daha fazla bilgili ve deneyimli olmak zorundadırlar.

26 Eylül 2010 Pazar

20. KATİL

Mihail Bulgakov (Hekim), “Meditinsky Rabotnik”, 1925 (Öykü) Sayfa: 167


* Bir hekim, bilerek, isteyerek insan öldürebilir mi? Öldürürse hekim olurken ettiği yemine aykırı davranmış sayılır mı? Bir insanı öldüren hekim artık hekimlik yapabilir mi?
Hele hele bu öldürme eylemi bir “nefs-i müdafaa” yani “kendini korumak isterken” gerçekleşmişse. Tabii bir savaş sırasında ve askerlik yaparken böylesi bir ölüme yol açmış da olabilir bir hekim. Başka bir deyişle “emir altındayken” bu fiil gerçekleşmiş olabilir.
Bir de hekim birisinin yaşamını kurtarmak için bir insanı öldürmek zorunda kalmış olabilir.

Yalnızca tıp etiğinin değil, hukukun, sosyolojinin, felsefenin de kolay kolay yanıtlayamayacağı bir sorudur bu. Hekimin içindeki “insan”la, insanın içindeki “hekim”in hangisin o koşullarda ağır bastığına göre yanıtı değişecektir.

Bu noktada soruyu şöyle sormak sanırım verilecek yanıtı kolaylaştıracaktır:

“Siz birisini öldürmüş bir hekime tedavi olmak ister misiniz?”

25 Eylül 2010 Cumartesi

21. TIP HAKKINDA

Alain (Emile Auguste Chartier), “Medecine- Propos sur le bonheur”, 1922 (Deneme) Sayfa: 184

* İyi bir hekim hastalıklar kadar, hastalarının hastalıklarını ağırlaştıran ya da olumsuz katkıda bulunan “kaygı”ları da giderebilmelidir.

Bunun tek bir yolu vardır; o da o hastalık konusunda sahip olduğu bilgiyi, hastasının anlayacağı dile çevirerek, açıklık ve içtenlikle ona anlatmasıdır.

Çoğu zaman “ters etki” yapacağı düşüncesiyle ihmâl edilen bu paylaşım, aslında o “kaygı”ların oluşmasının en büyük nedenidir.

Çünkü hastalar kendilerine söylenmeyen her şeyin, kendilerinin aleyhine olduğu düşüncesine sahiptirler. Hekimler onları bu yönde koşullandırmış ve alıştırmıştır.

24 Eylül 2010 Cuma

22. BİR TAŞRA HEKİMİ

Franz Kafka, “Küçük bir hikaye”, 1919 (Öykü) Sayfa: 187

* Hekimlerin de korkuları vardır. En büyük korkuları üstesinden gelemeyecekleri bir hasta ya da hastalıkla karşılaşma olasılığıdır. O yüzden iyileştiremedikleri durumlarda, bir de “ağrıyı dindirmeyi” görev edinmişlerdir.

Bu görev de en az “iyileştirmek” ya da “sağlığına geri kavuşturmak” kadar önemli bir görevdir.

Ancak ağrı vücudun “alarm sinyali”dir. O sinyalin neden verildiğini anlayana kadar, hekimin yalnızca “sinyali kesmesi” kadar yanlış ve hasta aleyhine bir eylem yoktur.

Onun için bir hekim hastasının ağrısını, ona kesin tanı koyana kadar kesmek istemez. İşte hastayla hekim arasındaki en büyük çatışma da bundan kaynaklanır.

23 Eylül 2010 Perşembe

23. İÇİMİZDEKİ MAKİNE

Georges Duhamel, (Hekim, Cerrah)“L’humaniste et l’automate”, 1933 (Deneme) Sayfa: 196

* Bir hekim bilgi ve deneyimi dışında bir şeyleri de sunar hastalarına; kendisinden bir parça, kendisinden bir kıvılcım. Hastayı iyi eden de aslında budur.

Sağlık hizmeti makineleştirildiğinde, hekimin hastaya vereceği bir şey kalmamıştır. Çünkü bir makinede asla fazla bir parça yoktur. O işlevini mevcutla yerine getirir. Bunun içinde hekimin verdiği “maddi” olmayan unsurlar asla yer almaz.

Makineden çıkacak kıvılcım ise genellikle istenmez ve eğer varsa bu makinede yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğunu gösterir. İşte o nedenle hekimin yaptığı iş “mekanik”, “kendini yineleyen” ve “yalnızca alışkanlıkla yapılan bir eylem” değildir.

Her hasta her hekim için keşfedilecek, daha önce üzerine kimsenin adım atmadığı, haritalarda yer almayan bir adadır. Hekim bu adayı keşfeder, hele hele onu kendi başına yaşayabilir hale gelince o zaman mesleğini en iyi şekilde yapmış olacaktır.

22 Eylül 2010 Çarşamba

24. BİR İŞÇİNİN BİR HEKİME YAPTIĞI KONUŞMA

Berthold Brecht, (Tıp Öğrencisi)“Rede eines Arbeiters an einen Arzt”, 1936-38 (Şiir) Sayfa: 203


* Brecht bu şiiri, hekimin hastasında hastalığı yaratan nedenlerin çok boyutluluğunu ve çeşitliliğini anlamasını sağlamak için yazmış olmalı. Son derece doğru ve gerçeklere dayanan bir gözlemdir. Estetik bir şekilde ifade edilmesi de hekimin algılamaya değer bulması ve doğru algılaması için yeğlenmiş olmalı.

Hekimlerin -şimdiki tanımıyla söylersek- “müşteri”lerinin çoğu yoksuldur. Çünkü hastalıklar “yoksullarda” daha sık görülür. Hem de bunların çoğu önlenebilir, zamanında müdahale edilmezse öldürücü ya da sakat bırakan hastalıklardır.

Yoksullar bu nedenle hekimlerin doğal müttefikidirler; hem de iki nedenle:

İlki bu kadar çok olmaları hekimlerin işsiz kalmalarını önler, dolayısıyla hekimlere para kazandırırlar.

İkincisi bundan çok daha temelli bir “ittifak”dır aslında: Hekimlerin sisteme karşı korunabilmelerini sağlama potansiyeli en büyük kesimdir yoksullar. Çünkü sayıları çoktur.

Ama bu gerçeği ne yazık ki hekimler gerektiği kadar anlamazlar. Onları işlerini çoğaltan insanlar olarak kabul ederler, bir anlamda “yük” olarak görürler. Böyle yapmadıkları zaman, yani onlarla gerçekten müttefik olduklarında ise “onlardan biri” haline gelirler.

Bunun anlamı “yoksulluğa ortak olmak”, yani “yoksullaşmak”tır.
Bu ne yaman bir “çelişki" yani "paradoks”tur.

Hekimlerin önündeki seçenek o nedenle her dönemde aynı olmuştur: “Bu durumu anlamak ya da anlamamak”, Şekspir’in deyişiyle “olmak ya da olmamak”tır.

21 Eylül 2010 Salı

25. ADAŞIM

Alfred Döblin, (Hekim) “Döblin Döblin’i Anlatıyor”, 1927 (Biyografi) Sayfa: 205

* Hekimler, hekimlik dışında bir çok üretici ve yaratıcı faaliyetlerde bulunurlar. Genellikle apayrı alanlarmış gibi gelir insana; oysa bu alanlar hekimlerin şahsında bütünleşirler ve birbirlerini etkilerler.

Yazar bir hekimin, hekimliği yazarlığından, hekim bir yazarın yazarlığı da hekimliğinden etkilenir. Bazı durumda ağır basan taraf diğerini belirleyebilir de!

Kimilerinin hekimliği bir “sanat” saymasında, sanatçı hekimlerin her daim hekimliğe sanatı katmalarının payı da vardır.

Hekimliğin analiz gücü sanatsal üretim için bir avantajdır. Yine hekimlik bütünü ve bütün içinde insanı görme becerisiyle, sanatsal yaratıcılığın da çok önemli bir boyutunu hekimlere sağlamış olur. Keza sanatsal yaratıcılık, hekimlik pratiğinde de yaratıcılığın daha sık ve yoğun gerçekleşmesini sağlar.

Yalnız burada her iki alanda birden çok başarılı olmuş ve zirvede kalmayı başarabilmiş olan azdır. Bunun muhtemel nedeni hekimliğin “acı”yla ilgili görevlerinin ağır basmasıdır.

“Acı” olan yerde birinci görev “acıyı” dindirmek olmuştur. Sanatsal yolla acıyı dindirmekle, hekimlik bilgisiyle acıyı dindirmek her hekim-sanatçının önünde bir “tercih” olarak kalmıştır. Hangi yol tercih edilmişse, o yolda ilerlenmiştir.

20 Eylül 2010 Pazartesi

26. TIBBIN ZAFERİ

Jules Romains, “Knock ou Le Triomphe de la Médecine”, 1923 (Oyun-Sahne VI-III. Perde) Sayfa: 209


* Hekimliğin ticarete dönüşmesi çok kolaydır ve tıp bunu sağlayacak çok fazla unsura sahiptir. Bunların başında da sağlığın her şeyin üzerinde, ötesinde ve değerli gören “hasta”lar gelir. Hasta daima hastalığın kendisine kaybettirdiğiyle, kendisi sağlıklıyken kazanacağı arasında bir toplama çıkarma hesabı yapar. Kazanacağı ne kadar çok olursa, hekime ödeyeceği de o kadar fazla olur.

Bu ilişkiyi ve olumsuz etkiyi ortadan kaldırmanın bir tek yolu vardır: Devletin, her ferdin kazancı büyüdükçe o kazanca daha büyük oranda “ortak” olması ve elde ettiği paydan herkesi sağlıklı yaşayacak ve sağlıklı kılacak şekilde sağlığa yatırım yapması, kaynak ayırmasıdır.

“Bileşik kaplar yasası” sağlık için de geçerlidir. Bir toplumun sağlığı, onun için ödenen toplam bedele göre şekillenir.

Bunu yalnızca “para” olarak düşünmemek gerekir.

Ama “para”nın geçerli olduğu her ilişki için bu temeldir. Varlıklılar kazançlarından yalnız kendi gereksindiklerinin karşılığı olan bedeli öderlerse, bu miktar toplumun sağlıklılığını sağlayacak bir yeküne ulaşamaz. Daha çok hasta olan kesimler, karşılığını ödeyemedikleri sürekli büyüyen bir açık yaratırlar. Dolayısıyla toplum sağlıklı değil hasta olur.

Onun için devletin kazançtan aldığı pay büyük, buna karşın eşit biçimde herkes için tüm sağlık hizmetleri bedelsiz olmalıdır.

Bu hekimlerin işlerini daha doğru, daha nesnel ve daha iyi yapmalarını da sağlayacaktır.

Çünkü o zaman hizmetin karşılığı kazanılan “para” değil, yalnızca “iyilik”, hatta “toplumsal iyilik” olacaktır.

Hekimin de başka bir görevi yoktur zaten!

19 Eylül 2010 Pazar

27. OEDIPUS TEHLİKEDE

Rober Musil, “Nachlass zu Lebzeiten”, 1929 (Deneme) Sayfa: 220

* Her şeyde olduğu gibi tıpta da “moda”lar vardır. Hastalık modaları, tedavi modaları, ilaç modaları, uygulama modaları...

Bunlar oransal olarak çoğaldıkça, hastalar da artar.

Bunun yaygınlaşması, “ticari” tıbbın büyümesi, “gerçek” tıbbın ise küçülmesi demektir.

Ama her tür “moda”da olduğu gibi tıbbın modaları da geçicidir. Dolayısıyla “ticari tıp” sürekli kazanamaz.

Gerçek tıp ise her zaman yeni “moda”lar doğuracak kadar geçerli ve köklü olduğundan her zaman “ticari tıbbı” besleyen en etkili ve önemli damar olmuştur.

18 Eylül 2010 Cumartesi

28. HASTALIK

Virginia Woolf, “Hastalık; Keşfedilmemiş Bir Maden”, 1926 (Deneme) Sayfa: 224

* Hastalıklar simgesel olarak da olumsuzlukları anlatır. Bunda hekimlerin payı “kısmi”dir. Asıl pay, yazarlara ve sağlıkla ilgili düzenlemeleri yapan yöneticilerindir. Çünkü iki grup da hastalıkların dışarıdan görünen yüzü ve sonuçlarıyla ilgilenirler. O nedenle de “hastalık” her zaman bir olumsuzluğun ifadesidir.

Oysa hastalıklar bir “hâl”i anlatırlar. Bu “hâl”ler, kendi özgünlüklerinin ötesinde, olması gerekenleri, doğruları, güzeli ve iyiyi de bize işaret edebilirler.

Bunun için hastalıklara hekimlerin baktığı gibi bakabilmek gerekir. Bir hekim, hastalıkta sağlığı, kötülükte iyiliği görebildikçe “iyi hekim” olur.

Bunu göremeyenler ise yalnız ve yalnız bu durumdan “kazanç” elde eden tüccarlardır. Onların adı bazen “yönetici”dir, bazen “yazar”dır, sıklıkla da “hekim”dir.

17 Eylül 2010 Cuma

29. ENDİŞE

Kurt Tucholsky, “Endişe”, 1920 (Deneme) Sayfa: 237

* İnsanla ilgili her şey kıyısından köşesinden bir hekimin işi olabilir. Her nedense ölüm de bunlardan birisidir.

Ölümle ilgili pek çok şey yapabilir bir hekim.

Ama ölürken ne hissedildiğini ve düşünüldüğünü yine de söyleyemez. Çünkü bilir ki “herkes kendi ölümünü ölür” ve tıpta “hastalık yok hasta var” kuralı gibi aslında “ölüm” diye tek ve gerçek bir şey yoktur.

Her insan kadar “ölüm” vardır; ve bir hekim herkesin kendi ölümünü yaşadığını en iyi ve en yakın bilen kişidir.

Onun için hekimler size “genel bir ölüm” tanımı yapamazlar.

Bu nedenle ölüm söz konusu olduğunda en sık söyledikleri “ölürken anlarsın” sözüdür.

16 Eylül 2010 Perşembe

30. FAKİRLER NASIL ÖLÜR?

George Orwell, “Şimdi”, 1946 (Deneme) Sayfa: 239

* Tıbbın ticarileşmesinin olumsuz sonuçlarını en çok yoksullar ve kronik hastalıkları olanlar yaşarlar.

Böyle olmasını sağlayan kesimin, aslında onlara en çok yardımcı olmayı isteyen hekimler olması ise bu durumun en acı ve acıtıcı yanıdır.

Hekimler onların durumunu en iyi anlayan ve bilen kesimdir. Ama onlara yardımcı olmak için de tıbbı en çok ve mutlak kullanmak zorunda olduklarından, onlara yardımcı olurken, istemleri dışında tıbbın ticari boyutunu en çok büyütmek zorunda kalırlar.

Yoksulların da, kronik hastalıkları olanların da hastalıkları “gerçek”tir.
Tedavi olmadıklarında ise “ölüm” kaçınılmazdır.

15 Eylül 2010 Çarşamba

31. AFORİZMALAR

Karl Kraus, “Die Fackel”, 1889-1936 (Deneme) Sayfa: 235


* Karl Kraus Aforizmasında, “Tıp ‘hem paranı, hem canını’ der” demiş.

Bir geleneksel haydut ise soygun yaptığı sırada “ya paranı ya canını” der.

Bu durumda hangisi daha iyidir diye düşündüğünüzde sanki “haydut”un “doktor”dan daha iyi olduğu kanaatine varabilirsiniz.

Ama hiç kimse doktorun eline düşüp de “hem canını, hem paranı” dediğinde böyle düşünmez.

Bu paradoksun çözümlendiği gün “tıp” tüccarların elinden kurtulacaktır.

14 Eylül 2010 Salı

32. SEMT DOKTORU

Louis-Ferdinand Céline, “Gecenin Sonuna Yolculuk”, 1933 (Roman) Sayfa: 256


* Hipokrat hekimler için bir “tip” belirlemiştir. İdealize edilmiştir bu tip. Öncelikle onun “iyi bir insan” olduğu düşünülmüştür. Çünkü gerçekten de kendisi “iyi” olmayan, başkalarına “iyilik” veremez.

Hekimlerin hizmet sunduğu insanlar da onlara yönelik olarak kafalarında geçerli bir “tip” oluştururlar. Bu tipin öncelikli özelliği “iyi” olmaları değil, kendilerinden “üstün” olmalarıdır.

Örneğin herkesin hekimi kendisinden daha “zengin” olmalıdır ya da kendilerinden daha üst bir “konum”da olmalıdır. Hekimle hastasının ilişkisi bu “statü” temelinde şekillenir. Bu nedenle evi, yazlığı, arabası, köpeği, eşi, çocuğu ve parası olmayan “hekim”ler toplumun nezdinde pek de hekim sayılmazlar. Dolayısıyla hastaları onlardan pek memnun kalmazlar ve daha “üstte” olan bir hekimi ararlar.

Oysa bir hekim genellikle tüm bu özelliklere bilgisiyle değil de, “kendinden altta” olanlardan kazandıklarıyla adım adım yükselerek sahip olurlar. Herkes de bunu çok iyi bildiği için hep “üstte” olanı yeğler ve seve seve, memnuniyet duyarak onun “hakkı”nı ona verir.


* Hekimler olabildiğince “din adamları”yla ittifak yapmalıdırlar. Çünkü ikisinin de işleri birbirine benzer ve genellikle hastalarının nezdinde “aynı noktaya” dayanır. Bu ittifak hemen her zaman onları olduklarından daha büyük oldukları kanısı uyandırır.

13 Eylül 2010 Pazartesi

33. YABANCI

Dezsö Kosztolanyi, “Hét Köver Esztendö”, 1930 (Öykü) Sayfa: 264
(Doğrudan tıpla ilgili değil ama çok güzel bir öykü.)

* Tıp ve sağlık hizmeti herkese eşit uygulanmalıdır. En azından “kural” olarak böyle olduğu kabul edilir.

Ama bunun bir de olumsuz boyutu vardır. Hem uygulaması, hem de sonuçları itibariyle hasta insanları “aynılaştırır ve tek tipleştirir”. Örneğin en olumsuz durumda ortaya çıkan sonuç yani “ölüm” bunun en somut kanıtlarından birisidir. Bütün farklılıklarına karşın bütün ölüler “aynı”dırlar, yani “ölü”dürler. Aynı işlemlere maruz kalırlar ve aynı biçimde, aynı yere giderler. Yani "ölüm" hepsini tek bir kalıba sokmuştur.

Bu aslında insanların “özgünlüklerinin yok olması” anlamına gelir ve “itiraz edilmesi” gereken bir durumdur.

Yine de bu olumsuzluktan herkes memnundur. Çünkü ister ölsünler, ister hastalıkları süreğen hale gelsin, sonuçta hastalık bakımından aynı, eş, benzer oldukça insanlar kendilerini daha “rahat” hissederler. Bu yüzden “elle gelen düğün bayram” sözü bizde yerleşmiş deyişlerden birisidir.

Bu durumu yaratan tıp ve onun uygulayıcısı hekimlerdir. Hekimlerin insanlık tarihindeki en büyük başarıları da budur.

12 Eylül 2010 Pazar

34. SOKRATES VE HEKİMİ

Paul Valéry, “Mélange”, 1941 (Diyaloglar) Sayfa: 268

*
Hekimler yardımına koştukları insanlardan üstün değildirler!

Bazı konularda daha çok şey bilirler; bu benzer durumlardan çıkardıkları bazı bilgilere ve yaşadıkça sahip oldukları bazı deneyimlere dayanır.

Ancak hekimlerin yardım ve desteğine gereksinim duyanlar, kendilerini iyi kılmak için hekimlerinin kendilerinden “üstün” olduklarını düşünür ve böyle olduğunu kabul ederler.

Böyle düşünmelerinde ve sanmalarında bir sakınca yoktur; ta ki hekimler de bunun doğru olduğunu düşünene kadar.

İşte bütün hatalar ve bunlardan kaynaklanan “facia”lar o zaman ortaya çıkar.

11 Eylül 2010 Cumartesi

35. KALP DİKİŞİ

Ernst Weiss (Hekim, oftalmolog), “Die Herznacht”, 1982 (Roman) Sayfa: 276

* Hekim acil bir durumda “tek ve tam” sorumludur. En büyük olanağı ve yardımcısı “bilgi ve deneyimi”dir. Acil durumu kontrol altına almayı sağlayan “hızlılığı”nı bunlar sağlar.

Ama her şeyin yolunda gidebilmesi için yine de “desteğe” gereksinimi vardır. En iyi destek de birlikte çalıştığı ve bir “üyesi” olduğu, iyi bir ekibe sahip olmasıdır.

Başarı genellikle “rastlantı”ların sonunda gelmez. Anca tüm unsurlar varsa ve gereken her şey yapılmışsa o zaman gerçekleşme olasılığı en yüksektir. Yine de tüm bunlara karşın istenen sonuç elde edilmeyebilir.

Bu durumda “elden gelen her şey”in yapıldığı düşüncesi olumsuz sonucu kabul edilebilir kılacaktır. Dolayısıyla bunlar tıbbın ve hekimlik uygulamasının “olmazsa olmaz”larıdır.

Aslında sunulan hizmetin “nitelikli” olmasını da bunlar sağlar. Onun için sağlık hizmeti tanımlanırken “etkin ve nitelikli” olması en temel unsurlar olarak sayılır.

10 Eylül 2010 Cuma

36. İKİ HATIRA

Michel Leiris, “L’Age d’homme”, 1939 (Biyografi) Sayfa: 292

* Hekimler gereksinilen ilgiyi, cömertçe sunabilen nadir insanlardandır. Bunun için onların bulunduğu yerlerde, bedenle ilgili herhangi bir şeyden yakınılması yeterlidir.

* Hekimler hastalarının iyiliği için onları “gözlerini kırpmadan kesebilecek” kadar da cesurdurlar. Bu “eylem” onlar acısından talep edilen ilgiyi belirtmenin “basit” yollarından sadece birisidir. Ancak bu ilgiye muhatap ve mazhâr olmak her zaman insanları “iyileştirmez”.

9 Eylül 2010 Perşembe

37. GÜNLÜK

Miguel Torga, (Hekim, KBB Uzmanı) “Diario I-XII, Coimbria”, 1941-976 (Günlük) Sayfa: 296

Kitaptaki en güzel yazılardan birisi. Tıpkı “Sachs’ın Hastalığı”nda olduğu gibi gündelik mesleki yaşamından ayrıntıları ve onlar dair yorumları paylaşmaktadır. Aslında tanınmış bir Portekizli şair ve yazardır. Burada alıntılanan günlüklerin Türkçe’ye çevrilmesinde hekimlik ve tıp açısından büyük yarar olabilir. Ayrıntı için: http://tr.wikipedia.org/wiki/Miguel_Torga

* Hekimler yazarlar, çünkü yazmak zorundadırlar.
Ama hasta dosyaları ve reçeteleri onlar için yalnızca taslak metinlerdir. Asıl yapıtları, onların uygulandığı “hasta”larıdır.

Ne var ki, şansları her zaman yolunda gitmez ve o yapıtlar yalnızca o “hastalar” tarafından bilinirler. “Günlük”ler bunların daha çok insana ulaşması için bulunmuş yollardan birisidir.

Buradan çıkarak, hekimlerin izlenme ve denetimi için bulunmuş “zorunlu günlük”lere ise “log” adı verilmiştir. Hekimliğin iyi, etkin ve zararsız olması için “log”u yani “mesleki günlüğü” olan hekimler yeğlenmelidir.

8 Eylül 2010 Çarşamba

38. HUMMA KOĞUŞU

Albert Camus, “Veba, 3. Bölüm, 4. Kısım”, 1947 (Roman) Sayfa: 325

* Hekimler, tıbba çok aşina olmayan yazarların, hastalar, hastalıklar ve bunlara dair tepkilerini anlattıkları kitapları da mutlaka ve çok iyi okumalı ve anlamalıdırlar. Bunlardan öğrenecekleri pek çok bilgi ve deneyim olacaktır.

Ayrıca bunlarda yer alan konuları araştırmalı ve aralarında bilimsel boyutlarıyla tartışmalıdırlar. Başka bir deyişle bu tür yapıtları okumak mesleki tıp eğitimi için de önemli yollardan birisidir.

7 Eylül 2010 Salı

39. AHLÂKİ BİR MESELE OLARAK TEDAVİ

Peter Bamm, “Therapie als moralisches Problem”, 1960 (Deneme) Sayfa: 335

Kitaptan bir alıntı:“Tıp Tarihi, insan zekâsının hastalığa karşı verdiği kıyasıya mücadelenin de tarihidir aynı zamanda; hastalık, insanoğlunun ekmeğini ter dökerek kazanmaya başladığı günlerden beri onun en büyük lâneti olmuştur.”

* Hekimle hakim arasındaki fark Türkçe’de olduğu gibi yalnızca bir “harf”ten ibaret değildir.
Hakim karşısındaki insanın “dün”üne, hekim ise “yarın”ına hükmeder.
Şimdiye hükmeden ise yalnız ve yalnız insanın kendisidir.

6 Eylül 2010 Pazartesi

40. BEDENİN SESSİZLİĞİ

Guido Ceronetti, “Il silenzio del corpo:Materiali per studio di medicana”, 1979 (Deneme) Sayfa: 341

Ceronetti’nin çeşitli düşünür ve yazarların bedenle ilgili aforizmalarını bir araya getirdiği kitabından çeşitli alıntılar yapılmış bu bölümde. Bana ilginç gelenlerinden birisi Le Clezio’nun “Belki bir gün Tıp’tan başka sanat olmadığını fark ederiz.” sözü oldu.
Ben de bunun üzerine okuduklarımdan yola çıkarak aşağıdaki “aforizma denemesi”nde bulundum:

* İyi hekim insanı maldan, kötü hekim candan eder. Hastalık hastaları ise hekimleri hem malından hem de canından eder.

5 Eylül 2010 Pazar

41. SAĞIRLAR DİYALOĞU

Karl Valentin, “Beim Arzt”, 1978 (Oyun) Sayfa: 349

* Sağlam insanların sağlık hizmetlerinin organizasyonu ve işletilmesi için neden para ödediklerini sormaları doğaldır; çünkü sağlıklılıklarını korumak, sürdürmek ve geliştirmek için bir sağlık organizasyonuna ve onun vereceği bir hizmete gereksindiklerini bilmezler, dahası hiç hasta olmayacaklarını düşünürler. Bu nedenle de “sağlıkları için önceden bir para ödemek” istemezler.

Bunun için insanlardan “sağlıkları için para toplamaya çalışmak” sağlığın anlamını ve önemini bilmeyen yöneticilerin çok önemli ve zor iyileşir bir akıl-beyin hastalığıdır.
Gariptir; aslında onlar da kendileri söz konusu olduğunda herkes gibi davranırlar. Bunu fark ettiklerinde ise söylediklerine inançları yittiği, bir anlamda yalan söylediklerini bildikleri için “sağlık için herkesten para toplama işini” gerçek anlamda yapamazlar. Bunun yerine hizmeti alanın ödemesinin en uygun olacağı düşüncesine ulaşırlar. Sağlığın sık karşılaşılan finansman modeli de aslında budur.

Oysa bunun bir tek yolu vardır:
Gelirden “vergi” adı altında belirli bir pay almak ve bunu sana hizmet etmek için yapıyorum demektir. “Hizmet” pek çok alanı içeren bir kavram olduğu için dürüst ve dayanışmacı vatandaş bundan rahatsız olmaz. Hele hele bunun herkesten, ayrımsız bir şekilde ve gelirine göre değişen oranlarda yapıldığını bilirse seve seve vergisini verir.

Kaynağını genel vergilerden karşılayan bir sağlık hizmeti ise çok daha az parayla sağlanır, çünkü o koşulda önemli olan para değil, sağlık olacaktır.

4 Eylül 2010 Cumartesi

42. YEMİNLİ REKLAM

Samuel Beckett, “Watt”, 1959 (Roman) Sayfa: 353

* Reklamlar olmasaydı daha sağlıklı olur muyduk bilmiyorum. Ama o koşulda tıbbın ve sağlık hizmetlerinin şimdi olduğu kadar endüstrileşmeyeceğini söyleyebilirim.

(Bu aforizma bana aitttir. 12.10.2010 MS)

3 Eylül 2010 Cuma

43. İÇ KALE

Jean Stafford, “İç Kale”, 1973 (Derleme Öyküler) Sayfa: 354

* Hekimler bazen alışkanlıkla ve hiç düşünmeden yapıkları işlere, kendilerine, ortama ve olaya yabancılaşarak bakmalı, sonra durup kendilerine sormalıdırlar:
“Neden böyle yapıyorum, bu gerekli mi, başka bir yolu yok mu?”

Eminim o zaman elleriyle dokunduklarının bir “insan” olduğunu fark edeceklerdir.
Eğer fark etmiyorlarsa, o zaman hekimliği bırakmak yapmaları gereken en doğru şey olacaktır.

Çünkü hekimler için insanın, insan bedeninin, o bedenin içindekilerin bir anlamı ve önemi olmalıdır.