17 Ekim 2010 Pazar

GİRİŞ


Kütüphanedeki Beden (Deneme-İnceleme)
Iain Bamforth
Türkçesi: Begüm Kovulmaz
Agora Kitaplığı,
İstanbul, Nisan 2004
ISBN: 975-8829-21-1,
491(454) Sayfa,

Her hekimin, her sağlıkçının, başucu kitabı olması gereken kitaplardan birisi daha.
Yazarı bir hekim olarak çok önemli ve doğru bir iş yapmış. Hekimliği ve tıbbı, hem tarihsel gelişimi içindeki aşamaları, hem de bu aşamalara denk gelen hekim ve onunla hizmet ilişkisi kuran insanları anlatmış. Sonuçta bir tıbbın "eleştirel" tarihi çıkmış.
Aslında yazarın bu kitapta kendine ait bölümleri, yalnızca kitabın giriş kısmında yer alan 35 sayfalık sunuştan ibaret. Yazar, kitabın kalan 454 sayfasında aralarında "hekim-yazar"larin da bulunduğu 53 yazarın tıp ve hekimlikle ilgili eserlerinden bir derleme yapmış.
Tabii ki her şeçim ve işaret de bir değerlendirme ve yorum olduğu için bu seçim ve dizilişi de onun "marifeti" olarak değerlendirmek gerekli.Sonuç olarak çok önemli bir kitap ortaya çıkmış.

Her hekim, ya da tıbbiyeye adım atan her öğrenci, her hafta bu yazılardan birisini okuyarak, tüm hekimliği boyunca, kaç yıl hekimlik yapıyorsa, bu kitabı o sayıda okumalı. Dahası orada "bölüm"leri verilen kitapları da okumalı. Hatta yalnızca okumamalı, aynı zamanda o bölümlerin aklına getirdiklerini ve kendi deneyimlerini yazmalı da.

Ben "Sachs'ın hastalığı"yla böyle bir işe soyunmuştum. Şimdi de aynı şey "Kütüphanedeki beden" için yapmayı planlıyorum. Okurken yazdığım notları çok yakında bu kitapla ilgili kuracağım blogda da izleyebilirsiniz. Hem hekimler, hem de hastalar için; ama daha çok da "sağlık hakkı" için...

Kitabın Yayınevindeki Sayfası:
http://www.agorakitapligi.com/katalog.php?kitap=28&katalog=5

Not: Eğer bu blogdaki yazıları okursanız, yorum, düşünce ve tepkilerinizi açıkça buradan paylaşmayı yeğlemezseniz, lütfen bana bir mesaj yollayın. Çünkü düşünce ve görüşlerinizin çok önemli olduğunu düşünüyor ve onları merak ediyorum.

15 Ekim 2010 Cuma

KİTAPTAN BAZI ALINTILAR:

* “Tıp, söz verdiği teslimatı yapmasa da faturayı gönderebilir.” Berz Keizer (sayfa: x)
* Çin’de, hekimler sadece hastalarını sağlıklarına kavuşturdukları takdirde para alıyorlardı. (sayfa:x)
* “Tıp mesleği Rönesans’a dek bölünmüş bir meslekti; Hristiyan Doktrinine göre ruh, bedenden daha önemliydi. Cerrahi müdahale ve bedenle ilgilenmek, genelde berber-cerrahların göreviydi, eğitimli hekimlerse onları küçümserdi” (sayfa:xi)
* “Tıp, bir dizi tören, öğreti ve alıştırmadan oluşmaktaydı; tedavi etme ya da arındırma tiyatrosuydu; sahnede hekim de yaşamdaki herkes gibi rolünü oynuyordu. (sayfa:xi)
* “Eğer eğitimli hekimler kare biçiminde başlıklar takıp kendilerine dört beden büyük gelen cüppeler giymeselerdi, böyle olağandışı gösterileri karşı konulmaz bulan insanları kandıramazlardı. Eğer hakikaten güvenilir ve hakikaten insanları iyileştirme becerisine sahip olsalardı, zaten o kare biçimindeki başlıklara ihtiyaç duymazlardı; böyle kutsal bir ilmin görkemi, hak ettiği saygıyı kendiliğinden elde ederdi.”Pascal (sayfa:xi)
* “Tıp ve hastalık, insana aynı derecede eziyet eden işkenceler olarak görülürdü; dolayısıyla, bir hekimin tedavi edebilmek için hastasının canını yakmasına kesin görüyle bakılırdı.” (sayfa:xii)
* “... insanlar, sağlığı bir kazanç olarak görüp onun peşinden koştukça, görünüşe göre hastalanan insanların sayısı da giderek artmaktaydı.” (sayfa:xiii)
* “Devrim sayesinde yapılan düzenlemeler, tıp mesleğine saygın bir statü kazandırdı ve ‘bon docteur’ figürü ortaya çıktı; sabahları yerel hastanede fakir hastaları tedavi ediyor, akşam üstleri de, şık muayenelerinde zengin burjuva müşterilerine hizmet ediyorlardı.” (sayfa:xiii)
* “.. öğrenciler hastalık işaretlerini ve sesleri algılama eğitimi de almaya başladılar; artık hekimin tüm duyuları eğitiliyordu.” (sayfa:xiv)
* “Hasta , bir birey olmaktan çok örnek vak’a olarak kabul ediliyordu; eski Hipokratik üçgen –hastalık, hekim, hasta- söylemi, hekim ile hastalık arasında bir düelloya dönüşmüştü.” (sayfa:xv)
* İngiltere’de 1834 senesinde bir “Yoksulluk yasası” çıkmış.
* Sosyal tıp: “Virchow, hastalıkların büyük bir bölümünün ekonomik refahın sağlanmasıyla önlenebileceğini düşünüyordu ve onun bu görüşü, devletin, halk sağlığını korumak için bilimsel faaliyetlerde bulunması gerektiği konusundaki teknokratik görüşü destekler nitelikteydi. Bunun için, önce sosyal mühendislik ve propaganda çalışmaları yapmakta büyük fayda vardı. Öte yandan, sosyalist tıp teorileri, hastalıkların sebebini doğrudan ekonomik gücün eşitsiz dağılımına ve sosyal sınıf ayrımına bağlıyor, gücün ve zenginliğin yeniden dağıtılması gerektiği konusunda ısrar ediyordu. Yirminci yüzyılda bu yönde çalışmalar yapıldıysa da, tıp çoktan siyasetin kopmaz bir parçası haline geldiği için, ikisi birbirinden ayrılamadı. Bakteriyolojik hastalıkların buzdağının görünen kısmı olduğu görüşü giderek yaygınlaşmaya başlamıştı; hastalığın beslenme, alışkanlıklar ve meslek gibi konuları da içeren sosyal bir mesele olarak kavramlaştırılması gerektiği düşünülüyordu. 1883’de ‘geciken ulus’un yazarı Bismarc, bilinen ilk devlet idaresindeki tıp sigortası planını yürürlüğe soktu. Tıp, sosyal hayatın bir ögesi, oy toplama yöntemi, ‘benzersiz iyilik’(Sör Willam Osler) haline gelmişti. ” (sayfa:xx)
* “Tıbbın, örgütlenmek için devlet desteğine ihtiyacı vardı; tıbbi müdahalenin özel bir işlem olduğu ideolojisine bağlı kalan ABD’de bile, müteşebbis ‘bir kişilik tıbbi hizmet’ dönemi artık geçmişte kalmıştı. İlerici sosyal anlayışın yönetimindeki İsveç, tıpta, sonradan kötü şöhrete kavuşacak olan öjenik akımın etkisine kapılmıştı.” (sayfa:xxi)
* “Hekim, kimi zaman gerçekten karanlık bir okyanusta yol gösterici bir deniz feneri olmalıdır.” Mihail Bulgakov (sayfa:xxi)
* “Yirminci yüzyılın sonuna gelindiğinde, endüstriyel tıbbın –boyutları ve karmaşık yapısıyla, askeri-endüstriyel komplekse benziyordu– dev dalgaları dünyayı sarınca, mesleğini sürdüren hekimlerin sayısı yirmide bire düşmüş, usulsüz çalışan sözde hekimlerin sayısı da lisanslı, genel pratisyenlerin sayısının yirmi katına çıkmıştı.” (sayfa:xxii)
* “Dünya Sağlık Örgütü, Cenevre’de kuruldu;Örgüt, dünyadaki tüm sorunların, etkili yönetim, askeri nizam ve ortak hedefler konuşmasıyla çözülebileceği düşüncesinden yola çıkılarak oluşturulmuştu.” (sayfa:xxiii)
* “ ‘hizmetin karşılığını öde’ sistemi 1960’ların sonuna dek hızla yaygınlaştı.” (sayfa:xxiv)
* “Ivan Illich Medical Nemesis (Sağlığın Gaspı) adlı eserinde, sağlık endüstrisini hastalardan başka herkesin çıkarına gözetmekle suçladı. Kongreye sunulan resmi bir raporda, 1974 senesinde, gerekmediği halde 2,4 milyon ameliyat yapıldığı ve 12 bin kişinin bu operasyonlar yüzünden hayatını kaybettiği anlatılmaktaydı. Günümüzde 35 milyon Amerikalının sağlık sigortası yoktur; oysa sağlık harcamaları, GDP’nin yüzde 15’ini tüketmektedir.” (sayfa:xxv)
* “İngilizlerin ‘rahatlık’ dediği, bitmez tükenmez, sınırsız bir şeydir. Başkaları, sizin rahatlık diye nitelendirdiğiniz şeyin aslında rahatsızlıktan başka bir şey olmadığını kanıtlayabilir size, üstelik bu keşiflerin sonu gelmez. Bundan dolayı,rahatlık ihtiyacı, aslında doğrudan içinizden gelen, kendinizden kaynaklanan bir ihtiyaç değildir aslında; onu size, varlığından kazanç sağlamayı umanlar gösterir. Liberal ekonomi toplumun refahıyla ilgili hiçbir şey söylemez.” “Philossophy of Right” Hegel. (sayfa:xxv)
* “1960’lara gelindiğinde, medyada bulaşıcı hastalıkların yerini, elektromanyetik bulaşıcı dedikodular alacaktı.” (sayfa:xxvi)
* “Uzmanlar, ast-üst ilişkisinde yüksek konumdaki taraf olmaktan ve her şeyi bilen akıl hocası görevini üstlenmekten vazgeçmenin faydalarını çoktan keşfettiler ve genel pratisyenin asistanlığını yapmanın çok daha gerçekçi ve isabetli bir görev olacağında karar kıldılar. Hastaların sorumluluğunun tek başına üstlenen genel pratisyene yardımcı oluyorlar.” Ütopya, “Psikiyatrist Michael Balint. (sayfa:xxvii)
* Hekimler, bu düzende, kısa süre sonra üretim imkânlarını yitirdiler ve sağlık sisteminin sahip-yöneticilerinin altında maaşlı elemanlar olarak çalışmaya başladılar.” (sayfa:xxvii)
* ... eski günlerde ‘sorumlu’ bir hekim olmak demek, hekim ile hasta arasında doğrudan ahlâki bir ilişki bulunması demekti; şimdiyse, doktor ile yönetici arasında sözleşmeyi getiriyor akla. Eski zamanlardaki gibi, bu mesleğe kabiliyeti yüzünden ya da Tanrı’nın insanlara yardım etmesini istediğine inandığı için başlayanlar artık yoktu; zaten bu gerekçeler artık tamamen şüpheyle karşılanırlardı. Yaşlı İngiliz hekimleri, 1950 ve 1960’larda yaşanan, daha masum, heyecanlı ve ılımlı bir altın çağı hasretle anmaktalar. Oysa devlet denetimi, dolaylı yoldan da olsa, ne yazık ki her zaman vardı. Bugün yok. Şimdi artık masalda kötü adamlar yok; belki, muhasebeciler hariç.” (sayfa:xxviii)
* “Artık, borsa kontrolü eline geçirmiş, tıp da tuhaf bir konuma gelmişti; mesela, bir açıdan bakınca, Ortaçağ’da kilisenin konumundan çok da farklı bir yerde değildi.” (sayfa:xxviii)
* “Batı toplumu, sağlığına kavuştukça, tıbbın nimetlerinden daha çok yararlanmak istiyordu; uluslar arası sağlık hizmetleri harcamalarının yüzde 87’si, dünya nüfusunun yüzde 16’sı için harcanmaktaydı.” Disease-Mongers, Lynn Payer (sayfa:xxviii)
* Falstaff: “hastalığı bir ürüne çevireceğim...” Shakespeare (sayfa:xxix)
* “Tıbbi tüketim çılgınlığı, vatandaşı kendi kendini tüketmeye mahkûm eder.” (sayfa:xxix)
* “Teknolojinin yöntemlerini, teknolojinin hükmedemeyeceği hareketlere ve davranışlara uygulayarak, bilimsel bâtıl inanç, özel, yok edici bir etkinlik haline gelir; ayrıca, bu hâli, büyünün hiçbir zaman ortadan kaybolmayan sapkınlığına benzer.” Karl Jaspers (sayfa:xxix)
* “Teknoloji, tıbbı sadece daha insani bir hale getirerek –ameliyatları ve genel olarak tıp hizmetini daha az acı verici hâle sokarak– değil, insan bedenini şeffaf ve okunabilir hâle getirerek dönüştürdü. Artık, milyonlarca insan,etten kemikten bedenleri içinde protez eklemler ve valfler taşıyor.” (sayfa:xxx)
* “Viktorya döneminde yaşayan küçük bir çocuk gibi, hasta görülebilecek (görülmek zorundadır), fakat asla duyulmayacaktır. (sayfa:xxxi)

14 Ekim 2010 Perşembe

1.KARA PEÇE

(Charles Dickens, Boz’un Karalamaları, 1836 (Öykü) (Sayfa: 1)


* Bir hekimin her koşulda, ölüm hâlinde bile yapması gereken görevleri vardır. Bu görevlerin içine hasta kadar, hastalık nedeniyle ölen kişinin yakınları ve çevresindeki diğer insanlar için yapılması gereken işler de girer. Bu işlerin çoğu zaman tıbbi olarak tanımları, dolayısıyla hekime doğrudan geri dönen bir karşılığı yoktur. Bir hekim, tanımlanmış görevleri yanında bunları yaptıkça “hekim” olur. Başka bir deyişle bu işlerin karşılığı, eğitimini veren kurum ya da diplomasını veren otorite dışında, ona hizmet verdiği toplumun ona “hekimlik” unvanını vermesidir.

* Bir hekim mesleğini uygularken her ne yaparsa yapsın, hekim olarak hizmet sunduğu kişiyle kendisi arasında ömrünün sonuna kadar kalacak bir sırdır. Bu sır bazen hekimi korkutabilir, hatta saklaması bir suç dahi oluşturabilir. Yine de başka hekimlerin “eğitim”leri dışında hiçbir şekilde üçüncü kişiler tarafından bilinmemelidirler.

13 Ekim 2010 Çarşamba

2.WOYZECK VE DOKTOR

Georg Büchner, Beim Doktor, 1836-37(Oyun) Sayfa: 17

* Hekimin elinde büyük bir “erk ve güç” vardır. Bunu ona hastası verir. Bir hekimin bu erk ve gücü, hastasının yararına ve en iyi şekilde kullanması beklenir; ama o bunu iyi ya da kötü amaçla da kullanabilir. Bunu hekimin vicdanından başka hiç kimse bilemez; olsa olsa tahmin edebilir. Ama bu tahmin en çok yanılgının söz konusu olduğu tahminler arasında kabul edilmelidir. Bazen yapılanın görünür sonucu açıkça bir olumsuzluk, hatta kötülük olsa bile.

12 Ekim 2010 Salı

3. 1812 SENESİNDEN BİR MEKTUP

Fanny Burney, Esther Burney’ye yazılan mektuptan, Mart-Haziran 1812 (Mektup) Sayfa: 21


* Hekim ne yaparsa yapsın yaptığı sonuçta acı verir. Tıbbın simgesinin “yılan”, giysisinin “beyaz” olması da bu yüzdendir. Amaç hem tehlikeyi göstermek, hem de çaresizliğin verdiği masumiyeti anlatmak hedeflenmiştir; tabii biraz da hastanın bunu kabul etmesi.
Onun için hekimin görevlerinden birisi de acıyı azaltmaktır. Bu aynı zamanda bir “hasta hakkı” olarak da kabul edilmiştir.

11 Ekim 2010 Pazartesi

4. MÜZİKLE İLGİLİ BİR SORUN OLARAK HASTALIK

Réne Théophile Hyacinthe Laênnec (Hekim ve Flütisttir), On Mediate Auscultation’dan alınmıştır, 1819 (Makale) Sayfa: 28


* Hekimin bilgili olması yetmez; düşünmeyi de bilmesi, bildiklerinden doğru sonuçlar çıkarabilmesi, durumun gerektirdiği biçimde yaratıcı olması da gereklidir.
Yaratıcılık hekimin “hekimliğinin kabûlünü” ve “özgünlüğünü” sağlayan en önemli unsurlardan birisi olduğu unutulmamalıdır.
Hekim yalnızca çözüm konusunda değil, olası nedeni de en uygun ve kabûl edeceği şekilde hastaya açıklarken de yaratıcı olmalıdır.

10 Ekim 2010 Pazar

5. TEDAVİ

Johann Peter Hebel, “Der geheilte Patient”, 1810 (Makale) Sayfa: 32

* Her hekim bedenin kendi kendini iyileştirebileceğini bilir. Bütün mesele bunu hastasına anlatabilmesi, daha da önemlisi inandırabilmesidir.
Hastalar hekimden önce “Tanrı”ya; sonra da adı “ilaç” olduğu ve böyle “tescillendiği” için ilaçların onu iyileştireceğine inanır.
Hekimler bunu da bilirler ve daha kolay olduğu için doğrudan etkisi olsun ya da olmasın hastalarına bazı ilaçlar önerirler. Hemen tüm olgularda bu sonuç verir ve hasta iyileşir. İyileştiren ise önce “Tanrı”, sonra da “ilaçlar”dır.
Gerçek hekimler ise doğru bildiklerini hastalarının da öğrenmelerini isterler ve bunun için çaba harcarlar. Amaçları hastaların kendilerini ve bedenlerini tanıması, kendisine ve bedenine güvenmesini ve inanmasını sağlamasıdır. Bunu nadiren başarırlar.
Başaramayanların adı “kötü hekim”dir. Başarabilenler ise “Tanrı” sayılırlar. Oysa yalnızca “iyi hekim”lerdir.

9 Ekim 2010 Cumartesi

6. BURUN MESELESİ

Nikolay Gogol, “Burun” adlı öyküsü, (Öykü) Sayfa: 37

* Bir hekim hastayı iyileştirmekle görevlidir; hastasının talep ettiğini ya da yapmasını istediğini, veya dikta ettiğini yapmakla değil. Hekim hasta adına ve onun iyiliği için mesleğini uygular ama, neyi nasıl uygulayacağını mesleğinin kural ve ilkeleriyle, sahip olduğu bilgi ve deneyim belirler. Hastanın bu noktada hakkı ne yapılacağını anlamak ve bilmek, buna rızası varsa onun yapılmasını istediğini belirtmektir. Rızası yoksa başka hekimlerin kapısını çalabilir, başka önerileri uygulayabilir.

Dolayısıyla hasta-hekim ilişkisi “eşit özneler” arasındaki bir ilişkidir ve kesinlikle bir “uzlaşma”ya dayanmak zorundadır. Kuşkusuz uzlaşılacak yer “hastanın iyiliği”dir.

Hastalar sıklıkla bu “iyiliğin” yakınmalarından kurtarılması olduğunu düşünürler. Bir çok durumda, hekimin sağlanmasına yardımcı olduğu “iyilik hâli”nin kendisiyle ilgilenmezler. Çünkü iyilik hali “olağan”, “normal”, “her zamanki”, “sıradan” bir durumdur ve çoğu bunun ne olduğunun ayrımında ya da farkında değildir. Oysa bir “negatif durum” olarak yakınmadan kurtulmak, bir hasta ve yakını için çok somut ve anlaşılır bir taleptir. İşte bu durumda bazen hekim bir “ikilem” içinde kalır. O zaman “tıbbın birinci ilkesi” yardımına gelir: “Primum non nocere”, yani “önce zarar verme!”

8 Ekim 2010 Cuma

7. AMELİYAT

Gustave Flaubert, “Madam Bovary” (Kısım XI, Bölüm II), 1857 (Roman) Sayfa: 40


* Bir hekimle, bir şarlatanın arasındaki fark, yaptıklarının sonucuna dair beklentileridir. Bu bilmediklerini bilip bilmemelerinden kaynaklanır.
Bir hekim bilmediklerinin neler olduğunu bilerek hekim olur.
Bir şarlatan ise bilmediklerini bilmediği, ama bildiğini sandığı için şarlatandır.
Pek tabii ki hekimler de, şarlatanlar da insandırlar; kendilerine, işlerine ve hastalarına yönelik duyguları, istekleri ve niyetleri vardır.
Bazen bunların hepsi de birbirine benzer olabilir.
Bunların hiç biri, bir hekimi işini yaptığı sırada belirlemez; oysa şarlatanlar sadece ve hep bunlara göre hareket ederler.
Onun için şarlatanlarla hekimleri birbirinden ayırt etmek çok kolaydır.

7 Ekim 2010 Perşembe

8. HASTALIĞI TEŞHİS ETMEK

Saren Kierkegaard, “İyi Hakkında Kaygılar”dan alınmıştır. Kaygı Kavramı, 1844, (Kuram) Sayfa: 57


* Hekim hastasıyla açık ve içten bir ilişki kurmalıdır.
Sahip olduğu bilgisini onun yararına kullanması, onu bir bütün olarak doğru algılamasına ve o bütünün yararına olacak şekilde davranmasıyla mümkün olabilir.
Yakınmaya, organa ya da dokuya göre davranmak, her zaman hastanın bütünselliği ve varlığı bağlamında yarar sağlamaz.

6 Ekim 2010 Çarşamba

9. EREWHON’DA BİR DURUŞMA

Samuel Butler, “Erewhonian Duruşmaları” 1872, (Kuram) Sayfa: 58


* Bir hiciv olarak yazılmış bu metindeki ana tema bir dönemin hicvedilerek eleştirilmesi olsa da, aslında sağlığın hastalıktan önce ve adaletin de temel amacını göstermesi bakımından önemlidir.

Yalnız hastalığı gören ve kendilerinin görevinin bununla sınırlı olduğunu düşünen hekimler de gerçekten suçludurlar. Dahası “hastalığın üretilmesi” konusunda suç ortağıdırlar.

Hekimler bu gerçeği bilerek, görevlerinin hastalık değil “sağlık” olduğunun ayrımına varmalı ve bu bilinçle hareket etmelidirler.

5 Ekim 2010 Salı

10. HEKİMLERİN GELECEĞİ

Friedrich Nietzche, “243. İnsanca,Pek İnsanca” 1878, (Kuram) Sayfa: 65


* Hekimler işlerini yaparken yalnızca tıp bilgisinden değil, insanı insan yapan her türlü bilgiden yararlanmak zorundadırlar. Çünkü onlar işlerini insanlarla yaparlar.
Hekimlerin görevi “sağlık” olduğu, sağlık da yaşamın içindeki pek çok unsurla ilişkili olduğundan, hekimler insanın gereksindiği, sağlığıyla ilgili her konuyu bilme, bildiklerine göre davranma zorunluluğundadırlar.

4 Ekim 2010 Pazartesi

11. FLORENCE NIGHTINGALE

Lytton Strachey, “Viktorya Devrinde Yaşayan Ünlüler, ‘Florence Nightingale’ başlıklı kısmın ikinci bölümü”1918, (Biyografi)Sayfa: 67


* Hekim ve yardımcıları, hekimler ve hemşireler birbirlerini tamamlayıp, bütünlerler.
Akıl ile duygu, bilgi ile iletişim, bilmek ile yapmak arasındaki bu ilişkilerin bütününden çıkan sonuçtur “sağlık”.
Hekim hükmederken (hastaya), hemşire “kız kardeş” olur.
Hemşire, bir anne, bir evlat değil, bir “kız kardeş”tir. Çünkü o anda en çok işe yarayacak, sonuca en olumlu katkıyı yapacak olan odur. Bir anne çocuğuna canını acıtacak bir şey yapamaz; bir evlat annesine ilaç diye aslında bir “zehir”i veremez.
Ama bir kız kardeş, hem bunların hepsi, hem de onların o sırada olumsuz etki edebilecek unsurlarını taşımadan sürece müdahale edebilen kişidir.

Onun için hekimlerin “kız kardeşleri”ne ihtiyaçları vardır ve onlar olmaksızın yaptıkları her şeyde eksiklikler olacaktır.

3 Ekim 2010 Pazar

12. CHARCOT’NUN TASVİRİ

Léon Daudet, “Souvenirs des Mlieux Nittéraires, Politiques, Artistiques et Médicaux” 1913-1922, (Biyografi)Sayfa: 89


* Kendini ve öz değerini bilen bir hekim yalnız hastaları için önemli değildir; aynı zamanda tıp mesleğinin öğrenilmesi sürecinde de çok önemlidirler.
Tıp okuldan daha çok onların yanında öğrenilir. Tabii mesleği uygularken böyle bir hekime rastlanılmışsa.

Tuhaftır ki onların çoğu “nörolog”dur.
Ama sayıları ne yazık ki şimdi çok azaldı!

2 Ekim 2010 Cumartesi

13. SİBİRYA’DAN MEKTUP

Anton Pavloviç Çehov, (Hekim)“1890 Senesinden bir mektup, Yazışmalar”, (Mektup)Sayfa: 99


* İyi hekimler ilginç, biraz da gizemli insanlardır; en güç koşullarda ve en zorlu anlarda umutla dolu bir sevinci, iyimser bir merakı ve olacağı kabule dair bir tevekkülü her zaman içlerinde taşırlar.
Her an ve her durum onlar için yeni ve heyecanlı bir başlangıçtır.
Ne var ki bunu çevresindeki sağlık çalışanlarının çok azı fark eder.
Hastaları ise bu tutumlarına çok daha seyrek tanık olur.
Neden böyle olduğunu ise yalnız kendileri bilirler.

1 Ekim 2010 Cuma

14. TIPTA MİLLİYETÇİLİK

William Osler, (Hekim)“Aequanimitas” 1904, (Deneme) Sayfa: 115


(Çok önemli bir yazı. Olumsuzluklarını hemen her an yaşadığımız çok önemli bir tutum ve olgunun tıp alanına etkisini anlatmış.)


* Bir hekim meslek yeminini ettikten sonra, eğer mesleğini yaparken ve tıpla ilgili konularda böyle bir inanca ve tutuma sahipse, en kısa sürede bu mesleği bırakmalı ya da hastalara doğrudan hizmet eden biçiminden uzak durmalıdır.

Çünkü bu inancı ve tutumu bir gün doğuracağı “zarar”la onun ayağına dolanacak, vicdanında asla silemeyeceği derin bir iz bırakacaktır.